Finanshub yazarı Bayram Tuncer yazdı.

Bugünlerde yazılı ve görsel basında her kesimden kişilerin konuştuğu ekonomik konular, faiz kur ve enflasyon, tam bir Bermuda şeytan üçgeni.

Bu üçgenin içine düştüğünde kurtulma imkânı yok gibi, bu üçgen herkese bir bedel ödetiyor. Bu üç hassas konunun, kişinin bakış açısına göre farklı anlamı vardır. Ekonomik ve sosyolojik değerlendirme yapıldığında karmaşık ilişkiler ortaya çıkar ve işin içinden çıkılamaz duruma geliriz. Aslında bu üç konuyu olumlu veya olumsuz etkileyen en önemli ortak nokta uygulanan vergi politikasıdır. Kendime göre açıklamaya çalışayım.

Vergi niye alınır? Toplumlar vergiyi halkın ihtiyaçlarını ve toplumsal menfaat için kazanç ve varlıktan alınan bir kaynaktır. Biraz daha açalım, aslında otorite halka şunu söylüyor “ben senin kazançlarından yapılan kesintiyi senin faydan için nasıl harcanacağını sizlerden daha iyi bilirim.”  Vergi karşılığı halkın beklentisi sağlık, eğitim, iç ve dış güvenlik hizmetleri, adalet ve benzeri konularda hizmet almaktır. Bir bütçede yaşanan açık veya fazlalık, ekonominin şekillenmesinde önemli bir etkendir. Dinimizde var olan “zekât” kavramının da benzer bir anlamı vardır. Zekât, bir yıl boyunca bir kişinin elinde bulundurduğu belirli bir miktardaki mal varlığı üzerinden verilen bir tür ödemedir. Vergi sisteminde gönüllü veya dinin emrettiği gibi esneklik yoktur. Vergi, ülkeyi yönetenlerim mecbur ettiği bir sistemdir. Dünyada mevcut vergi uygulamaları ve sonuçta ortaya çıkan bütçe; kur, faiz ve enflasyonu belirleyen temel etkenlerden biridir. Bütçelerde yaşanan dengesiz açık veya fazlalık ekonomide birçok hasara yol açar. Bazı örneklerle açıklamak isterim.

Bütçede oluşan bir açık finans edilmek zorundadır. Bütçe açığı, toplanan vergi den fazla harcama yapmayı planlamaktan kaynaklıdır. Bir başka deyişle, gelir tablosu zarardadır. Bu durumda, hükümetin sınırlı seçenekleri seçeneği vardır; bu açığı ya ilave vergi ya para basarak ya da borçlanarak finans etmek zorundadır. Eğer bu tercih bir plan ve program içinde gerçekleşmiyorsa veya bir ekonomik planın parçası değilse, bu durum enflasyon ve faizin artmasına sebep olacaktır.

Bu noktada tarihimizde yaşanan benzer durumdan örnek vermek isterim. İngilizlerle imzalanan 1838 Balta Limanı antlaşması ile başlayan ekonomik liberalleşme, hayat pahalılığı (enflasyon) ve bütçe açıklarına (borçlanma) sebep oldu. Osmanlının ilk dış borcu 1854 yılında Kırım savaşından sonra başlamıştır (savaş dolayısıyla alınan kredileri ödemek için 1854 yılında Londra merkezli Osmanlı Bankası kuruldu). Yabancı devletlerden artan borçlanma zaman içinde Osmanlının borç ödeme kapasitesini azaltmış ve Hazineye olan güven azalmıştır. Hükümet borçları ödemek için halkı vergilendirmiş ve bunun sonucu fakirlik, gelir dağılımında adaletsizlik, halkın yönetime olan güvenin azalmasına sebep olmuştur. Aralık 1881 Düyun-u Umumiye yabancı devletlerin kontrolü altında, açıkçası borçlarını almak için kurulmuştur. 1954 yılında Osmanlının dış borçlar tamamıyla ödenmiştir. Yurtdışı borçlanma yolunun kapanmasıyla, Osmanlı bütçe harcamalarını kapatmak için para basmak zorunda kalmış ve halkı yüksek enflasyonla baş başa bırakmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Kurucu kadroları yaşanan bu krizlerden ders alarak, Atatürk ve İsmet Paşa döneminde Yurtdışı borçlanma veya para basmaktan imtina edilmiştir ve harcamalarda denk bütçe esas alınmıştır. 1927 yılında 1TL=2USD (bütçe fazla veriyordu), 1946 yıllında 1 USD = 2,8 TL seviyelerinde oluşmuştur. Türkiye Cumhuriyeti ilk kez 1958 yılında dış borç alabilmek için IMF tarafından hazırlanan bir programı yürürlüğe koymuştur, 1958 yılında TL devalüe edilerek 1 USD= 9 TL seviyesine gelmiştir.

Bu noktaya kadar bütçenin (yani maliye politikalarının) ekonomide enflasyon, cari açık ve kur politikasını etkilediğini anlatmaya çalıştım. Bu üç temel faktörü Bermuda şeytan üçgeni diye adlandırmamın temel sebebi, bütçe ve vergilendirme konusunda terazinin dengesi bozulursa toplumun nasıl bir bedel ödeyeceğini ortaya koymaktır.

Bu noktada, bu üçgenin yarattığı en önemli sorun gelir dağılımında yaşanan bozulma ve kalıcı sosyal etkileridir. 2024 yılı beklenen Gayri Safi Yurt içi Hasıla (GSYH) 26, 276 milyar TL, 2024 yılı bütçesinde yer alan faiz ödemesi (yaklaşık 2,5 trilyon TL) GSYH neredeyse %10 bütçe açığı ise %13 seviyesine gelmiştir. Bu oranlar ekonomide yaratılan değerlerin çok çok üstündedir. Bütçeden ayrılan kaynaklarla oluşan servet transferinde Kur Korumalı Mevduat, Hazine Garantili projeler, Kamu kaynaklarının amaç dışı kullanılması ve israfı enflasyonun bu seviyelerde olmasının en önemli gerekçelerinden biridir. Bu yapı içinde en çok harcama yapabilen nüfusun %20 neredeyse enflasyonun yarısından sorumlu olduğu ortadadır.

Sonuç olarak, gerçekçi olmak gereken bir dönemdeyiz. Ekonomide önceki yazılarda belirtiğim gibi farklı çözümler üzerinde durulmalıdır. Aksi halde, bugün uygulanmak istenen para ve mali politikalarla önümüzdeki yıllarda Bermuda üçgeni diye adlandırdığım konular istatistik olarak iyi görünebilir fakat   geniş kitleler için pekte bir anlamı olmayacaktır. Ekonomi kurmayları tarafından ortaya konulan çözüm ve önerilerin sadece mutlu bir azınlığı memnun edeceği görüşündeyim.

Kaynak: Finanshub